Okuyun ve Okutun
Ben tek çocuktum. Babam sert, özellikle seksenli yıllar öncesi hareketli ve stresli günleri yoğun olan bir polisti ve sevgisini göstermekte de pek başarılı değildi. O eksik kalan sıcaklığı ise annem fazlasıyla tamamlamayı bilirdi.
Küçükken en sevdiğim ve en çok vakit geçirdiğim yer, salonun ortasındaki yemek masasının altıydı. Örtünün altına girip kendi dünyamı kurardım oyuncaklarımla. Şanslıydım; televizyon ya da tabletle kuşatılmamış bir çocukluk yaşadım. Bir diğer büyük şansım da babamın kitaplara olan merakıydı. Evimizde küçük ama zengin bir kütüphane vardı. Saatlerce yalnız çocukluğumun arkadaşları kitaplara bakar, içlerindeki resimlerle oyalanırdım. Henüz okumayı bilmiyordum ama resimleri güzel olan kitaplar bana masal gibi gelirdi.
Okumayı öğrenince, babam bana Doğan Kardeş dergileri getirmeye başladı. Her sayısını dört gözle beklerdim. 1978’de yayından kalktığında, abartmıyorum, sanki bir kardeşimi kaybetmiş gibi hissetmiştim. Yıllar sonra bu derginin, Kazım Taşkent’in çığ altında kaybettiği oğlu Doğan anısına çıkarıldığını öğrenince, çocukluğumdaki o hüznün sebebini daha iyi anladım.
İlkokulda hayal gücümü zorlayan kitaplara bayılırdım. Neredeyse her hafta bir Jules Verne kitabı bitirirdim. Düşünsenize; çocuk aklı, Jules Verne hayal gücü. Resmen zihinsel bir patlama. Moby Dick mesela, bir çocuğun beynini baştan inşa eder. Bir yandan Tom Sawyer’la Mississippi kıyılarında gezer, diğer yandan Ömer Seyfettin’le iç dünyamı kurcalardım. Yazları yazlıktaydık -ne televizyon vardı ne Netflix (tabii o zamanlar öyle şeyler yoktu zaten), en fazla ayda bir açık hava sinemasına giderdik. Geriye deniz, oyun ve kitaplar kalıyordu. Bugünkü çocuklara bakınca, “Biz nasıl hayatta kaldık?” diye düşünmeden edemiyorum.
Dede Korkut’u okudum, büyüleyiciydi. Ömer Seyfettin hüzünlüydü. Pal Sokağı Çocukları beni ağlatmıştı. Afacan Beşler’de George’un köpeği Timothy, benim köpeğim gibiydi. Hiç köpeğim olmadı ama Timothy hep vardı.
Çizgi romanlarımı da unutmamalıyım. Babam ders çalıştığımı sansın diye kitapların arasına sakladığım, gizlice okuduğum çizgi romanlarım… Ciltlettim, sakladım, büyüyene kadar defalarca okudum. Teksas, Tommiks, Zagor, Kızılmaske, Mr. No… Türk kahramanlarda ise Tarkan, Kara Murat, Karaoğlan. Her biri başka bir dünyaydı.
Lise yıllarımda iki edebiyat öğretmenim oldu. Biri, şair Müslüm Çelik’ti. Yazdığım şiirleri onunla paylaşırdım. Diğerini tam hatırlayamıyorum, soyadı aklımdan uçmuş gitmiş, af ola. Adı Ekrem’di. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunuydu, ayrıca kütüphanecilik kürsüsünde de eğitim almıştı. İlk kez ondan duymuştum bu mesleği. Kütüphaneciliği seçmemde bir etkisi olmuş mudur? Galiba evet.
Sonrasında lisans eğitimim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik bölümünde oldu. Meslek derneklerinde çalıştım, yazılarım yayımlandı. Kitaplarla çocuklukta başlayan dostluğum, özel sektörde geçen 30 yılı aşkın meslek hayatıma da taşındı. Aramızda derin bir bağ var, hâlâ sürüyor. Birbirimizi hiç bırakmadık.
Bugün bile bir tatil hayali kurarken, aklıma hep çocukluğuma benzer bir yaz gelir. Ağaçlar, kuş sesleri, serin gölgede bir şezlong, yanımda iyi bir kitap ve yaşıma yakışır şekilde elimde bir fincan kahve.
Kitaplar sihirli dostlardır. Ne kadar yol alırsanız alın, hangi maceralara atılırsanız atılın, iyi bir kitabın bıraktığı iz gibisi yok. Bazen tek bir cümleyle hayatınız değişir.
Kitap büyük bir güçtür. Okuyun. Çocuklarınıza da okutun. Ne olur.
Görsel Linki: https://heartspoken.com/spiritual-books/