Fado: Portekiz’in Ruhu
“Fado sonsuzdur. Bir evrendir; Dünyadır. Bir gizemdir'' […]- Lila Ellen Gray, Fado Resounding (2013:11)
Sevdiğim bir dostumla sohbet ederken bu aralar Fado dinlediğini söyledi. Bir konuya takılınca sonuna kadar gidenlerden ve sonsuz bir merakla yaşayanlardan biri olarak, Fado hakkında uzun okumalar ve araştırmalar yapmış. Bize de gece boyunca güzel bir sohbet konusu oldu. Birkaç parçada dinledik. Sözlerini anlamasam bile (verdiği saf duygu ile tüm dil engellerini aşıyor) insanın içine dokunan, bizim kültürümüze yakın bir tarz ve UNESCO tarafından 2011 yılında İnsanlığın Somut Olmayan Mirası olarak kabul edilen bir müzik türü.
Bu anlaşılabilir bir durum çünkü bu müzik tarzı ülkenin kimliğinin büyük bir bölümünü yansıtıyor ve Portekiz’in müzikal gururu. Ülkenin ulusal hazinelerinden biri olarak kabul ediliyor. Keşifler zamanından beri Portekizliler, müzik yoluyla arındırılan bir melankoli duygusunu beraberlerinde taşımışlar. Fado melankolinin zirvesi. Bir müzik türünden daha fazlası. Bir duygu. Beklenti, üzüntü, acı ve sevgi. Bir varoluş biçimi. Fado'yu farklı kılan şey, diğer dillere çevrilmeyen benzersiz bir nostalji duygusunu insanın içine işlemesi.
Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca Portekiz'e hükmeden faşist diktatörlüğün üç F'si geliyor aklıma. Futbol, Fatima ve Fado. Kitleleri uyutmak, kontrol etmek ne kadar kolay olabiliyor.
Fado'nun kökeni ve evrimi
Fado, kader anlamına geliyor. 13. yüzyılda kullanılan Portekizce ''saudade'' kelimesiyle ilişkilendiriliyor. Bu kelimenin İngilizce’de ve Türkçe’de doğrudan bir karşılığı yok, ancak İngiliz folklorist Rodney Gallop saudade'yi " tanımlanamaz olacak kadar belirsiz bir şeye duyulan özlem" olarak tanımlamış. Tanımın betimlemesine ve güzelliğine bakar mısınız?
Bu sözcüğün anlamının diğer dillere çevrilmesinin zorluğu, duyguların bir karışımını ifade etmesinden kaynaklanıyor. Derin bir duygusal durumu, beklenen bir melankoliyi ifade ediyor. Bu nedenle, fado ruhun kelimeleridir. Bu özel müzik türü, iç göçün neden olduğu hâkim siyasi durum nedeniyle 1800'lerin başında Lizbon'un fakir mahallelerinde gelişiyor. Bu nüfus artışı, yoksulluk koşullarıyla birleşince kaçakçılığa, hırsızlığa ve fuhuşa yol açıyor. Sonuç olarak ''casas de fado'' adıyla meyhaneler ortaya çıkıyor. İlk fado şarkıcısı Maria Severa'ya (1820-1846) göre, bu yerlerdeki fado, sanatçının dizinin üzerine koyduğu bir gitar eşliğinde çalınıyor ve şarkı, hüznü ve ardından yüksek bir dans ritmini ifade ediyor. 1840'tan itibaren fado, Portekiz'in diğer kent merkezlerine yayılıyor.
Portekiz'in en ünlü müzik formu ve birçok Portekizli için ulusal bir sembol haline gelmiş Fado’nun bu kadar tanınmasının en önemli temsilcilerinden biri Amalia Rodrigues (1920-1999). Ve çok güzel bir sözü var. ''Fado'yu biz icat ettik çünkü şikâyet edecek çok şeyimiz vardı''
Rodrigues’in 1940'larda uluslararası üne kavuşması, ne yazık ki 1932 ile 1968 yılları arasında Portekiz'i yöneten Antonio de Oliveira Salazar'ın yükselişiyle aynı zamana denk gelmiş. Salazar'ın kültür bakanı Antonio Ferro ile ilişkisi olduğundan şüphelenilmiş, Ferro’nun onun çalışmalarını savunması ve onu tüm dünyaya Portekiz'in elçisi olarak tanıtması, birçok şarkıcı, söz yazarı ve şairin muhalif olarak hapsedildiği bir zamanda rejim tarafından iyi muamele görmesi bu şüphenin temel dayanakları olsa gerek. İşin trajik tarafı, Salazar'ın rejimi 1950'lerde ve 60'larda Amalia'yı ve fado'yu ulusal kimliğin bir simgesi olarak kullanmışsa da bunu büyük bir isteksizlikle yapmış. Çünkü Salazar fado'dan nefret ediyormuş.
1974'teki devrimin ardından fadoya karşı bir tepki oluşuyor. İnsanlar fado’nun önceki rejim tarafından lekelendiğine inanıyorlar ve on yıldan fazla bir süre boyunca dinlenilmiyor. Ancak, fado o kadar güçlü ki ortadan kaybolması ve unutulması imkânsız. Bu nedenle, 1990'larda genç nesil bu olağanüstü müzik türünü yeniden canlandırıyor. Fado’nun ve repertuarının genişlemesi ve olgunlaşması, bu müziğin yoksul mahallelerden kaçmasına ve aristokratlar ve entelektüeller tarafından sevilmesine yol açıyor. Fado'nun müzisyenleri ve şarkıcıları (fadistalar) artık görünümlerine dikkat ederken, söz seçimi doğaçlamadan ziyade dikkatlice yazılmış metinlerden oluşuyor.
Fado'nun çeşitleri
Fado'nun iki ana çeşidi var: daha sofistike olan Coimbra fado'su ve en popüler olan Lizbon fado'su.
Coimbra fado'su, 19. yüzyılın ortalarında Coimbra şehrine tanıtılıyor ve öğrenciler aracılığıyla şehrin akademik topluluğunda tanınıyor. Coimbra fado'sunun temaları öğrencilerin günlük yaşamıyla ilgilidir ve metinler edebi ve akademik bir üsluba sahip. Şarkılar yalnızca siyah giyinmiş erkek şarkıcılar (fadistalar) tarafından seslendiriliyor. Öne çıkan fado'lar şunlardır: ''Balada da Despedida'', ''Fado Serenata'' ve ''L'Ultimo Fado''.
Lizbon fado'su en popüler olanı. Çoğunlukla kadınlar tarafından halka açık yerlerde ve söyleniyor. Bu fado stili kederlidir. Kocası muhtemelen kaybolmuş bir kadının acısını, üzüntüsünü ve kederini yansıtır.
Bu satırları yazarken fonda Rodrigues’in sesi yankılanıyor. Dramatik, gözyaşlarının eşiğindeymiş gibi çıkan bir ses. Bana büyüleyici gelen bu ses bazıları için, faşizmle olan ilişkisi yüzünden sonsuza dek lekelenmiş bir ses. Ne olursa kim ne düşünürse düşünsün, bu ses Portekiz halkının ruhunun gizli bir parçası. Kendi kaderleri. Aşk, acı, mutluluk, üzüntü ve anılar. Müzik çok güçlü bir kavram.
Müzik tamamen ruhla, duygularla ilgili. Başta dil olmak üzere, her türlü engeli aştığına ve dünyanın her yerindeki insanları gerçekten etkileyebileceğine inanıyorum. Fado, şüphesiz ki yalnızca gerek biçimi ve geçmişine dayanarak tam ve eksiksiz bir tanınmayı hak eden eşsiz müzik türlerinden biri. İnanılmaz melodik kişiliğe ve muazzam bir karaktere sahip ve insanın kayıtsız kalması gerçekten zor.
Aklıma müzik olmasaydı ne yapardık sorusu düşüyor. Hayat sessiz ve boş hissedilir, dünya çok daha sessiz ve renksiz bir yer olurdu. Duygusal ifade, kültürel kimlik ve toplumsal bağlar gibi birçok önemli alan, büyük ölçüde değişirdi. Müzik, sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda insan olmanın özünde yatan bir iletişim ve ifade biçimi.
Gözlerimi kapatıyorum, insan deneyiminin ve müziğin zaman ve mekânı aşma gücünün dokunaklı bir hatırlatıcısı olan bu harika türün tatlı melankolisi içinde kayboluyorum.
Kendimi, bir taraftan müziğin hayatımızdaki varlığına ve hem de işitme yetisine sahip olmanın şükrü içinde, yarın ölüm yıldönümü olan sevdiğim bir büyüğümü tanımlanamaz kadar büyük bir özlem içinde anarken buluyorum…